ah, judith! I caravaggio kırmızısı – merve yakut

halikarnas balıkçısının bölgesinden bildiriyorum bu defa… güneş sezonun ilk tatilcilerini, alman çiftleri ısıtırken koyuluyorum okumaya, notlar almaya. ne şans! deniz, kum, güneş ve bodrum. yarımada son gelişlerimin arasında bu defa çok çok keyifli… başka! konumuz merve yakut ve ilk öykü kitabı caravaggio kırmızısı. seksen altı istanbul doğumlu yazarımız. çeşitli dergilerde öykü ve yazıları yayımlandı. bazılarını okumuştum. ilk romanı godard makinesi dedalus kitap etiketiyle çıkmıştı. kütüphanemde mevcut ama daha okuyamadım. roman okuyamama sorunsalının kıvılcımlarına denk gelmişti. hasılı öyküyü savunmaya devam edeceğiz.

on dört öyküden oluşuyor kitap. la femme de chambre öyküsüyle selamlaşıyoruz. tante rosa alıntısıyla başlaması beni kalbimden vuruyor, itiraf etmem lazım. bu öykü gerilim türü kısa film dinamiğiyle işliyor. kahramanımızın işini tamamlaması için belli süresi var ve bu süre boyunca hikayesine tanıklık ediyoruz. la emme de chambre’un türkçesi “odanın kadını” demekmiş. karakterimizin buna itirazı var, fransızlardan daha romantik bi tanımlama bekliyor. rosa teyzenin alıntısıyla başlamasından güç bularak karakterimizi rosa teyzenin gençliğine benzetiyorum, zira inatçılığı ve hayatla kurduğu bağ müthiş paralellik gösteriyor. bu öyküde aslında ne kadar estetik ve derin gözükse bile bi şehir, özünde insanı nasıl meta haline getirdiğini ve kapitalist düzen çerçevesinde işlediğini görüyoruz. hemen seçimin peşine gelmesi hasebiyle güncel buluyorum bazı tespitleri… yakut, mikro düzeyde türkiye manzarası çizmiş. atama beklemeler, siyasi suçlar, yurtdışı hayalleri, kızmalar, küsmeler…

kitabın üzerine şöyle yazmışım: partilerin siyasal iletişim çalışmalarına dahil edilmeli bu öykü. 

kusursuz bir yüz öyküsü tepeden tırnağa kötülük temsili. yazar bu öyküsünde epey oymuş altını. girişteki baudelaire alıntısı renk vermişti. dertli olduğu kadar sanatsal, estetik avrupa turuna çıkarıyor okuru. buzlu kahvemi içerken sahilde şu soruyu düşündüm: bu kitap okura ne vadediyor? yazının son paragrafında bazı karakterlere dair ipuçlarını içerikleriyle cevaplayacağım. çeşitli tabloların hikayelerine de tanıklık ediyoruz. ama merve yakut bunu yaparken öykünün odağını dağıtmamayı öncelemiş. beri taraftan damakta deneme okumuş tadı bırakıyor. entelektüel sefalet hissettiğim anlarda açıp okurum bu öyküyü muhtemelen. başka yönüyle nuri bilge ceylan’ın iklimler filminin havası esiyor. uzun bakışmalar, kangrene dönen yolculuklar, tutarsızlıklar…

aşırı sıcak bir yaz gecesinde öyküsü, kitabın sert öykülerinden. pisliğin, pis kokuların ve çirkinliğin hazzı. ilk öyküde de temizlik etrafından şekillenen kurgu vardı. yazar bu konunun üzerine giderken ilkinde ucundan, bu öyküde ise daha daha derine inmiş. bi kadının arzuları arasında tedirdiğinliğini, tüyler ürpertici manzaraları eşliğinde okuyoruz. çok sevdiğim öykülerden biri oldu. 

uğur için bir serzeniş öyküsü buraya kadar olan öykülerin tınısından çok başka çizgide çıktı karşıma. bi kedinin gözünden ilerliyor. kızmaları, küsmeleri, hemcinslerine dair sokrates savunmaları, köpeklere dair iddiaları. bol tebessümle ve keyifle ilerliyor. geceyaşayanlar öyküsü güncelin çok içinden, yakinen bildiğimiz konuları ele alıyor. ifşa kültürü başını çekiyor. sosyal medya kullanımının dört mevsim hallerine tanıklık ediyoruz. kitabın seviyesinin everest’e çıktığı öykü suda dört kadın. tekniğini çok sevdim. bilinç akışıyla yazılmış, usta işi. üstüne hala düşünüyorum. emma, bihter, anna. 

zürafa sokağı düşkünü öyküsünde genç ve dindar bi beyin toplumsal tabuları yıkıp benliğinin peşine düşmesini okuyoruz. cinsellik, günah, arzu, his… bu beyden etrafta çok var, tanıyorum. inançlar, dogmalar arasına çıkışıp kalıyorlar. güç durum. eğer öykücü bi arkadaşım bana böyle bi öykü fikri olduğunu söylese, yazamayacağını düşünürdüm içten içte. namazdan çıkıp zürafa sokağa giren birini yazmak zor sanırdım, merve yakut yapmış. takdir edilesi.

“kötülüklerin en büyüğü sığlıktır.” douglas stuart ruhu… aramızdaysan üç kere masaya vur! do-ug-las… s-tu-art!!! yayınevlerine gönderilen ama umursanmayan dosyalar adına kurgusal manifesto niteliğinde. güldüm, kısım kısım hak verdim. şizofrence ve kızgınlık reflekslerini görmek mümkün. dikkat çekici. sevdiğim editörlere atacağım bu öyküyü, umarım beni sevmeye devam ederler. 

gelelim, okura ne vadediyor? sorusuna…

bazı tablolar, avrupa şehirlerinin sokakları, ruh, sinema, iyi müzikler, geceyle gündüzü ters çeviren akademisyen, kutsal bi masaya dokunmak için aşılan yollar, fonda romantik olduğu kadar gerçekçi bi ses, fransa’ya sunulan armağanlar, geceyaşayanlar… yer yüzündeki son sinemaya tanıklık edenler, entelektüel vasatlığa başkaldıranlar!

bazı sevdiğim alıntılarla yazıyı bitiriyorum: 

“öyle ya, insan ömründe kaç defa bir filmin içine girebilir?” syf. 97

“sevdiğim yazarları sevmesi hoşuma gitmişti, gülümsemiştim. kafka seven erkek vicdanlıdır, beni üzmeyecekti belli ki…” syf. 84

“kedilerin “nankör” olduğu safsatasını sanattan ve estetikten uzak kimseler uydurmadıysa ben de dört ayaklı değilim.” syf. 51

“damarlarımızda kandan çok günah dolaşıyor.” syf. 38

“akıl ağır bir yük. aşk ondan bir çırpıda kurtuluş.” syf. 33

“ah, judith! I caravaggio kırmızısı – merve yakut” için 2 cevap

  1. Cemal Karaağaç Avatar
    Cemal Karaağaç

    Değerlendirme beni meraklandırdı.Teşekkür ederim.

    Beğen

    1. İlginiz için ben teşekkür ederim, selamlar.

      Beğen

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın