sait faik’le aynı sokaktan… I çizgide bir kukla – vildan külahlı tanış

vildan’la bi kitap üstüne tanışıp sohbet ettikten sonra uzun düz çizgiler öyküsünü okumuştum. bu öykü aynı zamanda nilüfer belediyesi tarafından düzenlenen fakir baykurt öykü ödülünü de almıştı. bi yerde basılı olmayınca ben de okumak için belediyenin kültür işlerine mail atmıştım. onlar da adresime yarışmada değer gören öykülerin olduğu seçkiyi göndermişlerdi. ne yalan söyleyeyim bu öyküyü ilk okuduğum zaman çok etkilenmemiştim. ta ki çizgide bir kukla’da yeniden karşılaşıncaya dek…

çizgide bir kukla, everest yayınları etiketiyle mart’ta okurla buluştu. on iki öyküden oluşuyor. sevdiklerimi beş üzerinden yıldızladım. bazılarında kural ihlali yaptım. altı, yedi, sekiz yıldız… 

şemsiyeli kadın öyküsüyle aralanıyor kitap. “öfke, kederi yener değil mi sevgilim?” diye soruyor. ve ben akış boyunca bu soruyu düşünüyorum. kişisel gelişim kitapları üzerine fikirler var burada. çoğuna katılıyor, altına imzamı atıyorum. şu yanılgıya düşmemeli ve bunu vildan’a sormalı. “şimdi bu karakterin fikirleri yazarınkilerle örtüşür mü?” bu ve türevi soruların cevabını asla bilemeyeceğiz. sayfa on yedide şunu fark ediyorum: sevgili tanış, okuru sıkmıyor ve ferah bi anlatım tercih ediyor. çok şey anlatmak kaygısıyla hiçbir şey anlatamamak yanılgısına düşmüyor. sonraki sayfada taksici terörüne atıf yapıyor, sevdim. güncel geliyor bu tarafı… 

gömlek değişimi öyküsüyle devam ediyorum. en başta bi ön yargıya kapıldım. dedim ki, “kolaycılığa kaçmış. bi fal bakılıyor ve falda gürünenlerden oluşuyor öykü.” kazın ayağı öyle değilmiş. sonra fal bakmanın bi araç olduğu fikrine varıyorum. fal bakmayı unutuyorum öykünün sonunda. bu yazarın kabiliyeti, okurun pişkinliği… 

sayfa 26:

“hayata, o bir seferlik araba yolculuğuna, bitince yeniden başlayamazsın ama elinde bir kitap varsa, ne kadar karışık ve anlaşılmaz olursa olsun o kitap bittiği zaman, anlaşılmaz olan şeyi ve hayatı yeniden anlayabilmek için, istersen başa dönüp biten kitabı yeniden okuyabilirsin.”

sevgili vildan’ın öykülerinde en çok afili cümle kurma kaygısı olmamasını, bütünden kopmamasını, merkeze aldığı veya anlattıklarını, odağı dağıtmadan yapmasını seviyorum. uzun düz çizgiler öyküsü benim nezdimde çok ses getirdi. hatta birkaç defa dönüp okudum. boncuk gibi dizilmiş, hüzünlü ama gerçek kurgu. ödülden daha fazlasını hak ediyor. tipik refakatçi izlenimiyle başlıyor ama ölüm, yaşam, birinin başka birine sürekli değnek olması, hastanın başında bekleme sorunsalı, beklenen ne, yol hangisi? james joyce’un benzer anlatasını okumuştum yıllar önce. hastanın başında beklemek zengin ve üstüne düşünülesi. sürekli aile içinde hastalanan insanlara refakat eden birilerinin olması olağan ve vildan, “ulvi refakatçilik” ifadesini kullanmış. son zamanlarda okuduğum öykü kitaplarının isimleri içinde bulunan bi öykü isminden geliyor ama çizgide bir kukla öyle değil, o bi cümleden alınmış. 

sayfa 33:

“cümle kelimelere, kelimeler harflere ayrılıp dağılıyor dört bir köşeye.”

gelelim yeşil mürekkep öyküsüne. yazarı bu öyküsü için: “bir yıl kafamın içinde döndü durdu, bitince rahata erdim.” dedi. novella olmayı hak eden cinsten etkili, keyifli. ihtiyar yazarın okurlarıyla mektuplaşmalarından oluşuyor, tahmini güç sonuyla bitiyor. hem yazar hem de okurları derin bi varoluş mücadelesinin içinde debeleniyor. tadı damakta bırakıyor. üzerine: “keşke roman olsa…” ve “bazı hikayeler öyküye sığmıyor.” yazmışım. bol yıldızlı öykülerden. mürekkebin yeşil olmasının sabahattin ali’yle bi bağı var mı, yok mu? bilemedim. belki iyi okurlar ipucu bulabilir.

alo buyurun yalnızlar geçidi. kocaman hüzün bulutu. yine ihtiyar bi bey yalnızlıktan sıkılmışa benziyor ve yalnız insanlara hizmet eden şirketlerden birine denk geliyor okuduğu gazetede. sonra numarayı çeviriyor, kısa süreli mutluluk, sonunda derin ve acı sonla bitiyor. direkler arası tiyatro. bu öyküde yine yazara şapka çıkarttığım detayı paylaşmak istiyorum,

sayfa 60:

“ihmal etmemeli, bir hekime görünmeliydi. bulmaca bitince doktoru arayıp randevu almayı düşündü.”

bu kısımda karakter hekim lafını tercih ederken, anlatıcı doktor diyor. ufak ama ustalıklı bi detay geldi bana. yetkin buldum. belki de sait faik’le aynı sokaktan geliyordur, kim bilir? deneysel tarafları var. black mirror’dan bi kısmı anımsattı. erkek arkadaşı ölen kadının yapay zeka ürünü robot sipariş etmesi ve aynı ruhu bulamayışındaki hayal kırıklığı vardı. sonra kendi kendime: bazı insanların varlık amacının benzeşmesi yeterli gelmiyor insana… bizzat kendisinin olması gerekli.

sayfa 70:

“…yalnızlık cevabını verecek bir adamın hikayesiydi bu.”

öyküye tek eleştirim: kendini bunca iyi, etraflıca anlatmış olan kurguda bu cümlenin varlığı ne kadar gerekliydi? biz okur olarak zaten cümleyi içimizden geçirdik. tekrar okumamalıydım. peşi sıra ikinci ve son eleştirimi söyleyip devam ediyorum. piyanist şantörün ölmeden önceki ölümü. okur okumaz üzüldüm. çok çok iyi öykü, güçlü konu, anlatım müthiş. ama ben sayfalar alan, kelimelerin arasında büyülendiğim bi öykünün bam telini neden adında farkına vardım? hikayenin bazı kısımlarının esrarlı kalması taraftarıyım, en azından isminde. edebiyatta da ölüm ve ödülün etkisi aynı, acı ama böyle. hikayenin böyle de bi tarafı var. 

iki yabancı öyküsünün de üzerinde durulmalı. hayli sinematografik geldi bana. üniversitede kısa film yarışmalarında izlediğim filmleri andırıyordu. vildan yine burada ustalığını konuşturmuş, okurda sürekli acaba hissini taze tutmuş, dizginlemiş, ara ara anlatım yavaşlıyor. peşine hızlanıyor. 

kitabın aziz’in hikayesi öyküsüyle bitmesi damağımda hoş bi tat bıraktı. kitabı bitirince üzerine yazılmış yazıları okuma alışkanlığımı hissetmiş gibi son öykü edebiyat üzerine bi dizi tartışmalardan bahsediyor. 

hasılıkelam vildan külahlı tanış, zeki ve çalışkan yazar. öyküleri okunmaya ve elden ele dolaşmaya değer. aynı şehirde yaşadığımız ve yakın raflara koyduğum sait faik’le aynı sokaktan…

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın